GİRİŞ
Endüstri toplumunun yükselişi merkezileşmeyi ve yoğunlaşmayı beraberinde getirmiştir.Böylece daha önce görülmemiş türde büyük kentler,dev ölçüde üretimde bulunan fabrikalar ve bu fabrikalarda benzer amaçlara ve özelliklere sahip binlerce işçi ortaya çıkmıştır.Bu sayıları artan ve son derece kötü şartlar altında yaşayan yeni sosyal güçler bir sınıf bilinci etrafında kenetlenerek,uzun süren mücadelelerden sonra kendi örgütlerini kurmuşlardır.Endüstrileşmenin ilk yıllarında sivil toplum örgütleri özellikle sendikalar için oldukça uygun bir ortam hazırlamıştır.
Sivil Toplum Kuruluşları son yıllarda da gelişmelere paralel olarak dünya gündeminin başlıca konularından biri olup, ülkemiz için de büyük önem taşımaktadır. Özellikle Amerika’da yaygınlaşan ve gittikçe etkisini her alanda arttırdığı gözlenen sivil toplum kuruluşları önde gelen yönetim gurusu Peter Drucker tarafından ABD’nin en büyük yenilik ve itici gücü olarak göstermektedir.
Artık uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri toplumsal kararların alınmasında seçilmişlerle birlikte rol alıyorlar.Bu gelişmenin ardında yatan nedenlerden belki de en önemlisi, artık insanların geleceklerini belirleyecek konuları, seçtikleri temsilcilere de bırakmak istememeleri, doğrudan söz sahibi olmak istemeleri. Bu da sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gelişen katılımcılığı beraberinde getiriyor.
Bu araştırmada önce yönetişim kavramı açıklanmıştır.Türkiye’deki sivil toplum kuruluşlarıyla ilgili bilgiler verildikten sonra toplum-devlet ilişkisi ve sivil toplum kavramı anlatılmıştır.
1.YÖNETİŞİM KAVRAMI VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ ÖNEMİ
Yönetişim kavramı, Birleşmiş Milletler (UNDP) siyasi belgelerinde “bir ülkenin her düzeydeki işlerinin yönetiminde iktisadi, siyasi ve idari otoritenin kullanımı” şeklinde tanımlanmıştır.
Yönetim, yönetmek , giderek yerini yeni bir kavrama, “ yönetişime ” bırakmaktadır. Bu tek taraflı, yöneticiler ve yönetilenlerin kesin bir şekilde birbirinden ayrıldığı bir süreçten, karşılıklı etkileşimi ve katılımcılığı içeren bir sürece geçişi ifade ediyor. Kaynağını da bireylerin ve grupların kendi gelecekleri üzerinde daha fazla söz sahibi olma arzusundan alıyor.
Yönetişim; vatandaşların ve grupların, çıkarlarını iletebilecekleri, hukuki haklarını kullanabilecekleri, yükümlülüklerini yerine getirebilecekleri ve farklılıklarının arasını bulabilecekleri mekanizmaları, süreçleri ve kurumları kapsamaktadır. Yönetişimin üç boyutundan söz edilmektedir: iktisadi yönetişim bir ülkenin iktisadi faaliyetlerini ve diğer ekonomilerle olan ilişkilerini etkileyen karar süreçlerini; siyasi yönetişim siyasa oluşturmadaki karar süreçlerini; idari yönetişim ise siyasa uygulama sistemini içerir. Sonuçta “iyi” yönetişim, siyasi ve sosyo-ekonomik ilişkileri katılımcı, şeffaf ve sorumlu (accountable) biçimde yönlendiren süreç ve yapılar anlamına gelmektedir.
Yönetişimin aktörler bazındaki üç boyutu ise: devlet, özel sektör, ve sivil toplumdur ve her birinin kendine özgü rolleri vardır. İyi yönetişimin özellikleri şöyle sıralanabilir: katılım, hukuk devleti (the rule of law), şeffaflık, duyarlılık (responsiveness), oydaşmacı (consensus oriented), hakçalık, etkinlik ve verimlilik, sorumluluk (accountability), ve stratejik vizyon. [1]
Sivil toplum üyeleri devletle olan ilişkilerinde kamu görevlileri ve bürokrasi ile yüz yüze gelmektedir. Kamu sektörünün işleyiş biçimi bu karşılaşmanın niteliğini belirlemektedir. Pek çok ülkede kamu sektörünün etkin işleyişi, aşırı merkeziyetçilik, kamu hizmetlerinin etkin/verimli sunulamaması ve merkezi hükümetin katı karar ve uygulamaları gibi yapısal sorunlar yüzünden kısıtlanmaktadır.Desantralize hükümet, halkın karar verme mekanizmalarına dolaysız katılımına olanak vermeli ve sivil toplumu güçlendirmelidir. Bu bağlamda, katılım, karar süreçlerine doğrudan katılım veya halkın çıkarlarını temsil eden meşru ara kurumlar aracılığıyla vatandaşların seslerini duyurabilmeleri demektir.
Türkiye'de son 10 - 15 yılda kalite anlayışının ürün boyutundan, yönetim boyutuna doğru hızla yaygınlaştığı ve derinleştiği görülmektedir. İş dünyasında kalite kavramının sadece ürün boyutuyla sınırlı kalmayarak , sistemin ve yönetimin kalitesine doğru yayıldığı görülmektedir.
Uluslararası kuruluşlar ve sivil toplum örgütleri toplumsal kararların alınmasında seçilmişlerle birlikte rol alıyor.Bu gelişmenin ardında yatan nedenlerden belki de en önemlisi, artık insanların geleceklerini belirleyecek konuları, seçtikleri temsilcilere de bırakmak istememeleri, doğrudan söz sahibi olmak istemeleri. Bu da sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gelişen katılımcılığı beraberinde getiriyor.
Öte yandan insanlar, birer ürün ve hizmet tüketicisi olarak özel sektörde, yalnızca kendisine sunulanı değil, gerçek bir seçim hakkını istiyorlar. Markaların egemenliği, kitlesel davranış biçimlerini belirliyor. Bu genel bir eğilim. Ama artık insanlar giderek kitle içinde erimeyi değil, birey olmayı öne çıkarıyorlar. Bu da, kitleyle birlikte güdülemeyi değil, kendine özgü tercihler oluşturmayı beraberinde getiriyor.
Dünya ölçeğinde gözlemlenen devletin daha fazla demokrasiye yönelmesi eğilimine paralel olarak, sivil toplum kuruluşları toplumu ilgilendiren konularda daha fazla söz sahibi bir konuma geldiler. Bunun bir sonucu olarak da sorunlara yönelik bir çalışma tarzını benimsemiş durumdalar. Bu, gerek ulusal, gerek evrensel ölçekte, insanların yaşamını etkileyen, çevre, iletişim, sağlık gibi ana günden maddelerine odaklanmış sivil toplum kuruluşları anlamına geliyor. Bu eğilim doğrultusunda sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmeleri de konu odaklı bir temel üzerinde gerçekleşiyor.[2]
2.TÜRKİYE’DE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI
-ŞEKİL 1-
-ŞEKİL 2-
Türkiye’de bulunan 1793 sivil toplum kuruluşu,merkezlerinin bulunduğu yere göre gruplandırıldığında,bunlardan 708’inin İstanbul’da,444’ünün Ankara’da,189’unun İzmir’de,453’ünün diğer illerde olduğu görülür.Bu oranlar STK’larının ülke geneline yayılmadığını daha çok büyük şehirlerde olduğunu göstermektedir.Bu da STK’larının yurt çapında henüz tam olarak gelişmediğini göstermektedir.
-ŞEKİL 3-
-ŞEKİL 4-
Bu kuruluşlardan 949’u dernek,538’i vakıf,93’ü sendika,152’si meslek odası,32’si kooperatif ve 30’u yurttaş girişimidir.Derneklerden 392’si İstanbul,182’si Ankara,92’si İstanbul,145’i Ankara,55’i İzmir ve 116’sı öteki illerdendir.
Kuruluş yıllarına bakıldığında 1710 STK’dan 106’sının 1950 ve öncesinde,104’ünün 1951-1960,159’unun 1961-1970,194’ünün 1971-1980,488’inin 1981-1990 ve 659’unun 1991 ve sonrasında kurulmuş olduğu anlaşılmaktadır.1980’den sonra dernekleri yeniden kurulmaya zorlayan yasal düzenlemelerin etkisiyle bazı derneklerin yeniden kuruluş tarihlerini belirtmiş olması da olasıdır.Yinede,Türkiye’nin önde gelen STK’larının üçte ikisinin son on beş yılda kurulmuş olması ilgi çekicidir.Son yıllarda STK’larının önemi iyice anlaşılmış ve bu konuda çalışmaların yoğunlaştığı görülmektedir.[3]
-ŞEKİL 5-
Yurt çapında 1726 STK’dan 234’ü (%14) yerel,537’si (%31) il düzeyinde,182’si (%11) bölgesel,760’ı (%44) ulusal,13’ü (%1) uluslar arası düzeyde etkinlik gerçekleştirmektedir.
3.TÜRKİYE’DEKİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARININ SORUNLARI VE ÇÖZÜMLER
Türkiye’deki Sivil Toplum Kuruluşları’nın genel sorunları şöyle özetlenebilir:
- kendilerini tam tanıtamamaları
- iletişim sorunu
- işbirliği ihtiyacı sorunu
- devlet desteği
- halkın bu konuda tam bilinçlenmemesi
- dernekler Yasası, STK’ların çalışmalarını zorlaştırmaktadır.
Sorunların aşılması için çözümler şunlar olarak gösterilebilir:
Vatandaşlık bilincinin geliştirilmesi ve örgütlenme önündeki engellerin kaldırılması.
Bilgiye erişim kolaylaştırılmalıdır. Yerel yönetimlerin oluşturacakları kent bilgi sistemleri internet aracılığı ile ulaşılabilir olmalıdır.
Sivil, kamu ve özel girişimin birbirlerinin etkinliklerinden haberdar olmasını ve işbirliğinin artmasını sağlayacak platformlar oluşturulmalıdır.
STK’lar arasında yatay ve dikey ilişki ve işbirliğine imkan verecek adımlar atılmalıdır.
Halk katılımının, yerel yönetim işleyişiyle eşgüdüm içinde olabilmesi için, yerel yönetimler çeşitli yöntem ve yaklaşımlarla katılımı teşvik etmelidirler.
Yerel yönetimlerin halk tarafından finansal denetimini sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir.
4.TOPLUM-DEVLET İLİŞKİSİ VE SİVİL TOPLUM KAVRAMI
Her toplumun yaşadığı asıl hayat anlamında sahip olduğu medeniyetin temel dinamiklerinden biri de yönetilen yönetici ilişkisidir.genel olarak,her toplum medeniyetinin özünü oluşturan yönetilen-yönetici ilişkisi,toplumsal erkin ya da gücün kullanımı bakımından,çağdan çağa,toplumdan topluma,örgütten örgüte ve sosyal grupların yaşadıkları farklı aşamalar veya süreçlere göre değişikliklere ve dönüşümlere uğramaktadır.Bununla birlikte,her dönemdeki her insanın hayatının önemli bir kesitini,mikro ölçeklerde olmak üzere,ailede çocuk-ebeveyn,okulda öğrenci-öğretmen,işletmelerde işçi-işveren,örgütlerde üye-başkan ilişkileri;makro ölçeklerde ise bazen kul-yaratıcı,bazen vatandaş-devlet,bazen de bu ikisinin faklı kombinezonları şeklindeki ilişkileri olarak yönetilen-yönetici ilişkileri kuşatmaktadır. [4]
Aslında,hangi düzeyde olursa olsun,yönetilen-yönetici ilişkileri,zayıf-güçlü,bağımlı-bağımsız,etkilenen-etkileyen,korunan-koruyan,güdümlü-özerk etkileşimlerinin farklı dengelerinden yada dengesizliklerinden meydana gelen çok yönlü bir ilişkiler bileşkesidir.Sosyal grupların ve toplumların,asıl hayatlarını yaşarken içinde yer aldıkları,başta yönetim,inanç,sosyal,siyaset ve ekonomik alanları olmak üzere,birçok davranış düzlemlerindeki statü ve rol davranışlarındaki astlık-üstlük,marjinallik-önemlilik gibi derecelenmelerin önemli bir kısmı,yönetilen-yönetici şeklindeki kategorik sıralamaya dayanmaktadır.Bunlar içerisinde,toplumların oluşmasını ve meydana gelmesini sağlayan varlıklar olarak fertler ve onların sosyolojik bütünü olan alanının genişliği ya da darlığı,sertliği ya da yumuşaklığı,korkuya ya da güvene dayalı olması.otoriter ya da demokratik oluşu gibi sorunlar günümüz toplumlarının en ciddi tartışma konularının başında gelmektedir.
Bazı toplumlarının yönetimi ve kültür tarihinde,yakın zamanlara kadar çoğunlukla toplum-devlet zıtlaşması var olmuştur.Devlet yöneticileri,kendi tebaalarına güven duymamış,bu doğrultuda onların hayatlarının bir çok alanlarını sınırlama yönüne gitmişlerdir.Bir şekilde devletin idari mekanizmasını kontrol eden yönetici sınıflar,kendi iktidarlarının devamını sağlayacak bir tedbir olarak toplum üzerinde önemli bir baskı ve kısıtlamalar getirerek,onların kendileriyle iktidar paylaşabilmeleri ortamlarını ve şartlarını ortadan kaldırmışlardır.Ancak 19.yüzyıldan itibaren başlayan sanayileşme ve kentleşme süreçleri ile kökleri Rönesans ve Aydınlanma dönemlerine kadar uzanan sosyal hareketler,bir taraftan yeni kentsel toplulukların doğmasına yol açarken,bir taraftan toplumun daha güçlü bir şekilde gelişmesine neden olmuşlardır.Batı toplumlarında,sanayileşme ve kentleşme paralelliğinin,çoğunlukla belirli bir sosyolojik denge içerisinde gerçekleşmiş olması,hem modern anlamda kentliliğin hem de ferdiyetçiliğin birlikte ortaya çıkması sonucu yaratmıştır.Kentliliğin ve ferdiyetçiliğin karşılıklı etkileşim içerisinde Batı Toplumlarındaki en önemli kazanımları ise kent hakları ve yüklenimleri kişi hakları ve ödevleri(mesela,düşünce ve ifade hürriyeti v.b)sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler(mesela,çalışma ve sözleşme hürriyeti v.b)siyasi haklar ve ödevler(vatandaşlık hakkı v.b)şeklinde bir tür kent kültürü yaratılması imkanı yaratmıştır.Güçlü ve haklarını kullanmasını bilen yeni kentli topluluk ve grupların hatta çeşitli örgütlenmelerin desteği ile daha fazla güçlenen fertler ve toplum kendilerinin çok zayıf ve güdümlü oldukları dönemlerin yönetsel ilişkilerine göre şekillenmiş otokratik devlet mekanizmasına,kendilerinin daha güçlü olduğu yeni bir yönetim modelini kabul ettirmeyi başarmışlardır.Bu yeni yönetim modeline,demokrasi;demokrasiyi toplum-devlet ilişkilerinin bir çimentosu haline getiren,bütün ferdiyetçi bilinçlenmenin sosyal organizasyonuna ise sivil toplum,bunlarla ilgili kuruluşlara da sivil toplum kuruluşları adı verilmektedir.
Sivil toplum kavramı,devletin ya da yönetici sınıfın,toplumun ve fertlerin özel alanlarından gittikçe çekilerek,onların daha fazla hak ve hürriyetler kullanabilecekleri,daha geniş özel alanların oluşmasıyla ortaya çıkan toplumsal ve ekonomik bir aşamayı ifade etmektedir.Bu yönüyle sivil toplumu bir medeniyet aşaması olarak gören Şerif Mardin,bu kavram tanımlamasında iki konuya dikkat çekmektedir.Birisi devlet dışındaki hayatın akışının garanti altına alınması,diğeri de ekonomik faaliyetlerin milli hayatın çerçevesi içinde bile belirli bir özerkliğe ve serbestliğe sahip olması konularıdır. [5]Bu çerçevede toplum hayatının düzenlenmesi sürecinde,devletin denetimi altındaki kamu alanının daralması,fertlerin kullanabileceği özel alanın genişlemesi olguları,sivil toplum örgütlenmesinin ulaştığı en önemli sonuçlar arasındadır.Modern demokratik yapı içerisinde ulaşılacak ideal bir model olarak görülen sivil toplum anlayışının,toplumsal süreçte devlet ağırlığının azalması ve devletin birçok müdahalesinden uzak bir liberalleşmeye doğru yönelme şeklinde bir niteliğinin olduğu görülmektedir. [6]Kitle toplum kavramı içerisinde,herhangi anlamlı bir kimlik oluşturamayan ve varlığı yalnızca sayısal(quantatif) bir unsur olan fert,sivil toplum kavramı içerisinde,sosyolojik anlamda kentleşmenin ve modernleşmenin doğurduğu kent hak ve yüklenimlerini kullanarak güçlenme imkanını elde etmektedir.Böylece,başta merkezi yapı olmak üzere,her türlü yerel güçlerin ve faklı güç odaklarının etkisi dışında,ferdin güçlenmesi ve özerklik kazanması durumu,her ferdin katılımcılığının ve yaratıcılığının toplumsal sürece dahil olmasına imkan ve fırsat vermiştir.Ancak,sivil toplumun temel öğesinin ve anahtarının,haklarını ve sorumluluklarını bilen,bunları kullanabilen,hür iradesi ile hareket ederek,özerk bir kişiliğe sahip olan fertler olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.
Batı toplumlarının kültür ve sosyal yapı tarihlerinde egemen bir özellik olarak dikkat çeken toplum-devlet zıtlaşması,sanayileşme ve ketleşme süreci ile demokratik kurumsallaşmanın doğurduğu mekanizmalar aracılığı ile fertlerin tek başlarına ya da örgütlenerek gittikçe güçlenmesi,buna karşılık devlet kurumunun,hem teorik hem de pratik anlamda küçülmesi durumu,iki sosyal aktör arasında sivil toplum uzlaşması şeklinde bir aşamaya ulaşmıştır.
SONUÇ
Günümüzde sivil toplum kuruluşları tüm dünyada demokratik ve sivil toplumların gelişmesinde vazgeçilmez unsurlar olarak giderek artan bir rol üstlenmektedirler.
Artık insanların geleceklerini belirleyecek konuları, seçtikleri temsilcilere de bırakmak istememeleri, doğrudan söz sahibi olmak istemeleri. Bu da sivil toplum kuruluşları aracılığıyla gelişen katılımcılığı beraberinde getiriyor.Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının denetimi ve katılımıyla kamu alanında kalitenin sağlanması mümkün olacaktır.Toplam Kalite Yönetimi olgusunun kamu yönetimindeki uygulamasının siyasi kültür alt yapısının, büyük ölçüde sivil toplumun gelişmesine bağlı olduğu sonucu çıkarılabilir.
Türkiye’de sivil toplum kuruluşlarının durumuna bakılırsa henüz tam gelişme kaydedemedikleri görülebilir.Fakat son 20 yıl içerisinde büyük gelişmeler kaydedilmiştir. Türkiye'de son 10 - 15 yılda kalite anlayışının ürün boyutundan, yönetim boyutuna doğru hızla yaygınlaştığı ve yönetişim kavramına doğru gidiş görülmektedir. İş dünyasında kalite kavramının sadece ürün boyutuyla sınırlı kalmayarak , sistemin ve yönetimin kalitesine doğru yayıldığı görülmektedir.
[1]Habitat II, İstanbul+5 Ülke Raporu –Yönetişim Alt Bölümü
[2] http://www.kalder.org
[3] Sivil Toplum Kuruluşları Rehberi,Tarih Vakfı,1996,sf:12
[4] Kamu Yönetiminde Kalite,1.Ulusal Kongresi,2.cilt,Feyzullah Eroğlu,1998,sf:313
[5] Sivil Toplum,Şerif Mardin,İletişim Yayınları,İstanbul,1990,sf:12-13
[6] Sivil Toplum Kavramı ve Türkiye Üzerine Değerlendirmeler,Lütfullah Karaman,Sayı:10,1990,sf:22
|